top of page

Bağ Evi'nin Öyküsü

  • Yazarın fotoğrafı: Yaşar Durak
    Yaşar Durak
  • 25 Şub 2023
  • 4 dakikada okunur

Bozcaada ve Bozcaadalılar, ilk yerleşim günlerinden bu yana pek değişmemiş olsa da adanın kendisi günümüze kadar çok fazla medeniyeti barındırmış ve çok fazla isim değişikliği yaşamıştır. En bilindik adı, Truva Savaşı'nda adayı yöneten ve Homeros'un yazıtlarında adı geçen, Tenes’ten gelen Tenedos’tur. Tenes’in adaya ayak bastığı günden bu yana Bozcaada’nın en önemli ve en eski ekonomik geliri bağcılık ve şarapçılık olmuştur. Zeytincilik ile ada gelinciklerinden şurup ve reçel üretimi gitgide popülerlik kazansa bile adayı ada yapan şey bağlarıdır. Bozcaada’da bağlar kadar önemli olan bir de bağ evleri vardır. Bağ evinde yaşamak, farklı bir hayat tarzıdır. İnsana sabrı ve yalnız kalabilmeyi öğretir. Peki bağ evleri neden merkezdeki evlere göre bu kadar farklı?




Bağ evleri bağcılık kültürünün mecburiyetten yarattığı evlerdir. Eski zamanlarda bu bağ evlerini kimse tamamen yerleşik bir düzene geçmek ve yılın her gününü geçirmek için inşa etmemiştir. Zamanında, asıl evleri merkezde olup atlı arabalarla ve eşeklerle merkez dışına çıkan adalı bağcılar, çalışma aralarında dinlenmek ve iş süresi boyunca bağlarda kalabilmek için iki katlı (kule) ve tek katlı (dam) olan bağ evleri inşa etmeye başladılar. Her şey elle ve eski aletlerle yapıldığından daha uzun süreler boyunca bağlarda çalışılırdı. Üstelik neredeyse sabah akşam bağlarda çalışılırdı. Bu sebepten bağcılar bazen orada haftalarca yaşamak durumunda kalırdı. Kısacası çok dikkat isteyen ve zor bir iş olan bağcılık geçmişte epeyce ciddiye alınırdı. Hatta adalıların bütün hayatları bağcılık işleri çevresinde gelişirdi, bağlar ve üzümleri o kadar önemliydi ki, bir gün bağ sürüldükten sonra ceketini bağda bırakan işçi o ceketi hasat dönemine kadar bağlara emanet etmek zorunda kalmış. Bağ bakımı sonrasında zarar gelmesin diye bağlara ayak basılmazdı.


Tabii bu kadar süre uzakta kalmak ve bağların içinde, doğada yer almak bağ evlerini biraz gizemli, huzurlu ve bir o kadar da kendinizle kalabileceğiniz terapötik bir barınak haline getirdi. Merkezdeki, turizmin ortasında kalan, evlere göre çok daha izole bir yaşantı… Günümüzde, buna eski zamanlardan beri çok değişmemiş bir "yavaş yaşam" örneği diyebiliriz. Belki de değişen tek şey insanların bu evleri artık daha uzun kalmak için alıyor olmasıdır. Bağ evindeyken çoğu şey sizin kontrolünüz dışında, aynı bağcılığın kendisi gibi; siz elinizden geleni yaparsınız ve gerisine doğa ana karar verir. Rüzgâra, yağmura açık ve merkezden uzak olmanız, gecenin zifiri karanlığı, sobayla ısınmak, hemen yakınınızda ihtiyacınızı karşılayacak bir marketin veya büfenin bulunmaması, yeri gelince sonsuz tepelerle ve akşam üstü ziyaretinize gelebilecek baykuş ve tilkilerle yalnız kalabileceğiniz gerçeği… Bunlar bağ evini bağ evi yapan unsurlardır. Buna ek olarak, 21. yüzyılın getirdiği anlık şeylerden farklı olarak sabırlı olmayı gerektirecek bir yaşam tarzıdır. Sobanın üstünde demlenen çay, güneş altında kurutulmaya bırakılan ketenler, kuş sesleri… Bağ evinde kaldığınızda sonbaharın gelişini yapraklardan, yazın gelişini de hafif hafif esen lodostan anlayabilirsiniz.


Peki bağ evleri ne zaman inşa edilmeye başladı? Antik zamanlardan beri adanın, merkez dışı olarak adlandırdığımız, özellikle Geyikli’ye paralel kısmında yerleşik yaşam olduğu kesin. Ancak sistematik bağcılığın getirisi olan, merkez dışındaki, bağ evleri için son 100 yıla - Bozcaada’da bağcılığın altın günleri olarak tanımlayabileceğimiz döneme dönebiliriz…

"Kuntra", "karalahna", "vasilaki" ve "çavuş" üzümlerinin ana yurdu olan adada 500 sene boyunca, birbirini tamamlayan Rum ve Türk toplulukları uyum içerisinde yaşadı. Türkler bağcılıkla uğraşırken Rumlar şaraplık üzüm satın alımı ve şarap üretimi ile ilgilenirdi. Bozcaada sofra üzümü İstanbulluların favorilerinden olup özellikle azınlıklar tarafından tüketilirmiş. Zamanla, azınlıkların da azalmasıyla, zarif ve narin bir sofralık üzüm olan "çavuş"a karşılık raf ömrü daha uzun olan üzümler tercih edilmeye başlanmış. Bu döneme kadar adada bağcılık çok saygın ve maddi anlamda da tatmin edici bir işti. Ada şarapçılığı 1925’te Çamlıbağ’ın kuruluşuna kadar Rumların tekelindeydi, bağlar da. Eski bağ evlerinin çoğu ve günümüzde restore edilip yeni adları altında üretim yapan imalathanelerin hemen hemen hepsi Rumlar tarafından bu dönemde inşa edilmiştir.

Adadaki ilk Müslüman şarap üreticisi ve Çamlıbağ’ın kurucusu Haşim Yunatçı, Panayi Dino’dan aldığı imalathanede üretime başlamış, başlamasıyla birlikte çeşitli önyargılarla karşılaşmış. O dönemde Müslüman Türklerin şarap üretmesi çok rastlanılan bir durum değilmiş. Öyle ki, işe ilk başladığında adanın soylu ailelerinden bir kızla nişanlı olan oğlu Hazım’ın nişanının bozulacağına dair dedikodular çıkmış, ancak öyle bir şey olmamış. Haşim Yunatçı dünürlerine de ilham vermiş olmalı ki, onlar da kendi imalathanelerini alıp şarap üretimine başlamışlar.

O zamanlardan beri özenle bakılan ve sahip çıkılan bu bağlar çoğunlukla Bozcaada’nın orta kısmında ve yumuşak tepelerinde yer almaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında bu bölgelerde damlar dikilmiş olsa da günümüzde görülen bağ evlerinin çoğu eski damların restorasyonları değil, sıfırdan inşa edilen evlerdir. Bağların sağlığı ve üzümün kalitesi için bağ evlerinin seksen metrekare olması da çok önemli. Böylece adanın içinde rüzgârın sirkülasyonu sağlanıyor. Bu sebepten adadaki neredeyse bütün bağ evleri bu formatta inşa ediliyor. Geçmişteki damlardan farklı olarak günümüz bağ evlerinde verandalar ve daha modern dokunuşlar bulabilirsiniz, ama birçok bağ evin bahçesinde de geçmişte kalan dönemlerden bir iz olarak hâlâ taş kuyular bulunmaktadır.


Artık bağdan şişeye bakım ve üretim yenilikçi yöntemlerle gerçekleşse de adanın bağ evleri geçmişin bir hatırlatıcısı olarak var olmayı sürdürüyor. Ada dışından gelen huzur arayışındakilere ev sahipliği yapıyor. Hâlâ, o evlerin verandalarında, akşam güneşinin altında oturduğunuzda kendinizi eski zamanlarda hasat sonrası dinlenen bir adalı gibi hissedebilirsiniz. Mevsimlerin bitkiler üzerindeki etkilerini görmek, yaz sabahlarında kahvaltıda yemek için bağlardan üzüm toplamak, kışın sobayı yakmak… Bunlar, bağ evinin değişmeyen öyküsünden çok kısa kesitler. Siz de bağ evinde kendi hikâyenizi yaşamaya ne dersiniz?





Comentários


homepage_6.jpg
bottom of page